Translate

19 Şubat 2014 Çarşamba

3. Gün - Los Angeles ( 2013 )






20 Kasım 2013 Çarşamba


Bu günü Universal Stüdyoları’na ayırdığımızı düşünüyorduk ama stüdyoların bizim programımıza göre biraz geç açıldığını öğrenince ( Saat sabah 10.00'da ) Downtown’a gitmeye karar verdik. Dowtown’a kısa ve keyifli bir metro yolculuğundan sonra ulaştık.







Afro Amerikan kökenli bir abi yanlış hatırlamıyorsam Los Angeles’ın metro kartı olan TAP’ı yükleme bankosunun önünde bana 5 cent verip “Bunu bütünleyebilirmisin?” diye sorup yarım dolar aldı. Ne komik, iyiki de almış. Staples Center'ı bulmak için haritaya bakarken birden metro istasyonunun çıkışında büyük bir Duane Reader Market gördük ve içeri daldık yada daldım diyeyim. Gökhanın daha o kadar aç olduğunu bilmeden yaptığım bir şeydi, affola. ( Gökhan; karnı açken asabi oluyormuş çünkü... ) İçerde christmas için yapılmış çikolatalardan aldım.

Staples Center'ı ararken açlığımız iyice artmıştı. Staples Center'ı bulup önünde fotoğraf çekildik ve bildiğin Pitbull'u gördük. Gazetecilere röpörtaj veriyordu. 





Artık tek hedefimiz vardı; kahvaltı. Benim yüzümden yine bir Starbucks arıyorken Gökhan güzel bir bakery buluvermişti. Bakery güzeldi ama bizim ingilizcemize biraz fazla geldi galiba. Kasiyerin dediklerini çok anlamasakta ben sade basit bir bagel ( Amerikan simidi ) sipariş ederek işin içinden Gökhan’dan biraz daha önce çıktım. Kahveleri çok güzeldi bu arada ve ilk bagelımı da Gökhan sayesinde yemiş oldum.


Universal Stüdyolarına gitmek üzere tekrar metrodaydık. Aniden aklımıza Gökhan'ın stüdyolara giriş biletini yanına almadığı geldi ve Hollywood'da kısa bir mola verip otelimize uğramak zorunda kaldık. Metronun Chinese Theater durağında inmiştik. Buradan bir kere daha geze geze otelimize gidip alacaklarımızı alıp tekrar metroya bindik. Bu sefer bizim kaldığımız Trylon Hotelin yukarsında ki yani Chinese Theater’ın tam tersinde ki duraktan. Bu isimler size ilk okuduğunuzda çok anlamsız gelebilir ama eğer böyle bir seyahat planlayıp üstünede bu yazdıklarımı okursanız işinize çok yarayacağından eminim. Yolculuk uzun sürmeden Universal Stüdyoları’nın ismininde aynı olduğu durakta indik.


Duraktan çıkışımızda yönümüzü bulma konusunda şaşırsakta, kısa sürede bizi bir shuttle’ın stüdyoların olduğu alana götürdüğünü anladık. Stüdyolara ulaştığımızda önünde ki City Walk denen ve bir sürü mağazaların olduğu caddeden geçip girişe geldik. Online bilet çıktılarımızla sorunsuz bir şekilde, kapıda haritada alarak stüdyolara girdik. Aslında, aynı zamanda burasının bir tema park olduğunu hatırlatayım. Stüdyo turunun belirli bir saatten sonra yapılmadığını fark eder etmez hemen stüdyo turu yapmak için tabelaları takip etmeye başladık. Gerçekten çok zevkli dakikalardı. Zevki Universal’da olduğunu etrafta ki herşeyde hissetmenden geliyordu belki de. Stüdyoları dolaşmak için sıraya girmeye kalktığımızda sıranın olmadığını gördük. Ve yıllardır hiç değişmeyen o tur treninin bir vagonundaydık. Önce oturamadık tam. Gökhan bu olayı ‘Neden öyle oldu?’ sorusuyla netleştirdi ve hemen yerimizi değiştirdik. Ve Jimmy Fallon rehberliğinde ( Sanal olarak, ekrandan anlatıyor) turumuz başladı. Jurassic Park, King Kong filmlerinden alıntıları, Desperate Housewifes’ın çekildiği evleri, No Vacancy filminden canlı bir kareyi, yıllarca değişmeyen Shark filminin setini, War Of The World filminde ki uçağı, Chicago Metrosunda bir depremle çıkan yangını, sonra yağmur hatta sel ve daha bir çok efektin nasıl yapıldığını görme fırsatımız oldu.











Stüdyo turunun ardından Gökhan kuzenlerine hediyeler almayı ihmal etmedi. Ben ise bankta oturup, Downtown’dan aldığım çikolataları atıştırıyordum.

Artık sıra tema parktaydı. Hemen The Simpsons Ride’a bindik heyecanla.

Bir acayip güzel ve inanılmaz olmasına rağmen sanal bir deneyimdi. Ardından The Simpsons’un hediyelik eşyalarının satıldığı marketten bir sürü şey satın aldık.





Gökhan, Taş Devri nde ki restorantın aynısı olan restorantta yemek yedi.

Jurassic Park’ta ıslandık. Transformers’a çok şaşırdık. Bir sanal olayın nasıl bu kadar gerçek olabileceğini gördük. Bu arada engelliler de binebiliyordu, oldukça sevindik bu duruma. Bir ara yeşil perde hilelerini izleyebileceğimiz bir şova da gittik. Shrek temasında biraz sıkılsakta sonu güzel bittiğinden iyi ki gitmişiz dedik.





Yavaş yavaş çıkma vaktiydi artık. Çıkışa doğru giderken metroya giden shuttle’ı kaçırdığımızı farkettik ve City Walk’ta takılmaya karar verdik. Starbucks’ta kahve içtik. Hard Rock Cafe’ye girdik. Bende KFC’de yemek yedim.




Gökhan’da ben yemek yerken bir arkadaşına NBA forması aldı. Artık shuttle’a gitme vaktimiz gelmişti. Yağmur’da çilemeye başlamıştı bu arada. Shuttle ile girişe geri getirildik ve metroya yürüyüp vakit kaybetmeden gelen ilk trene bindik. Hollywood’a geri dönme vaktiydi. Otelimize gittik ve akşam dışarı çıkmak için çok vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladık. 

Dışarı çıktığıızda Walk of Fame’de yürürken çok kalabalık bir nargile cafe - bar keşfetti Gökhan. İsmi Hollywood Hookah Lounge. İçerisi gerçekten çok keyifliydi. Bizim cafelerde ki gibi o külü arada gelip üfleyen abiler vardı. Ama bu sefer Meksikalı abiler oyundaydı. Nargilelerimiz geldi. İçeceklerimiz geldi ve yaklaşık iki saat sonra buradan kalktık. Önce bir gece klubu aradık. Planladığımız bir tanesine gittiğimizde bir parti varmış ve bitmek üzereymiş. İsterseniz girebilirsiniz dedi kapıdakiler ama biz bitiyor madem diye girmedik. Gecenin bir yarısı Hollywood sokaklarında mekan bakına bakına dolaşırken yine daha önceden araştırıp bulduğumuz Piano Bar'a denk geldik. İçerisi amatör jazz müziğinin en iyileriyle yıkılıyordu. Amatör Jazz'ın babasını canlı olarak ilk burada dinledim diyebilirim. Biraz fotoğraf ve video çektik. Barın kapanma saatinde de herkes gibi bizde yavaş yavaş çıktık. Otele dönüş vaktiydi artık. Los Angeles ta’ki ilk gece hayatımızı güzel bir uykuyla sonlandıracaktık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder