18 Kasım 2013 Pazartesi
Türk Hava Yolları TK9 sefer sayılı, saat 12.50 kalkışlı Istanbul - Los Angeles uçuşu için arkadaşım Gökhan Tuncer ile aylar süren planlamalardan sonra, hazırdık. Havalimanında buluşup, ilk güvenlik kontrolünü atlatıp, check-in yaptırırken; valizlerimizi tartmış, çok ağır olmadıklarını görüp sevinmiştik. Çünkü bütün seyahatimiz boyunca yanımızda bu valizlerimiz olacaktı. Gökhan, valizlerin bant ile uçağa gidişini fotoğraflayarak galiba seyahatimizin ilk görüntülerini çekmişti. Bu arada havalimanında da ufak çekimler yapmıştı. Uçuş için daha zamanımız vardı. Yinede bir an önce Pasaport kontrolünden geçip, uçuş öncesi birer kahve molası vermek istiyorduk. Kontrolden geçip kısa bir mola verdikten sonra Duty Free'yi gezip Gate'imize doğru yürümeye başladık. Yine bir sürü güvenlik kontrolünün ardından Gate’imize geldik.
Çalıştığımız şirketten eski stajyerimiz Hakan’ın bir tanıdığı sayesinde koltuklarımız uçağın Acil Çıkış kapısının yanındaydı. Bu kadar uzun bir uçuşu ekonomi sınıfında yapıyorsanız eğer acil çıkış kapısı yanı, koltukların önü açık olduğundan bir veli nimettir. Güzelce koltuklarımızı bulup oturmuştuk. Bu sefer kafam çok rahattı. Amerikaya ilk defa bir arkadaşımla gidiyordum. Yolculuk oldukça keyifliydi. Yemekler, uçağın o dar koridorlarında yürüyüşlerimiz, yanımızda ki Afro Amerikalı abi ve uyuklamalarımız.. Çok uzun süren bir yolculuktu. Yaklaşık 14 Saat kadar.
Bu arada Amerika’ya girerken doldurulması gereken beyaz formu iptal etmişler. Sadece Gümrük Beyan Formu doldurmamız gerekti. Uçağımız indi. Tahmin etmediğim bir şekilde uzun uçuştan etkilenmiştim. Sonuçta hayatımda ilk defa bu kadar uzun uçuyordum. Gökhan’da bir şey yoktu ama onunda çok fazla uykusu gelmişti. Uçaktan inip vize kontrolü için sıraya girdik.
Uzunca bir bekleyişin ardından - bu arada diğer sıralar yine çok hızlı akmıştı yada bize öyle gelmişti- sıra bize geldi. Önce beraberiz diye Pasaport Polisinin yanına beraber gittik. Akraba olmadığımız için ayrı ayrı gelmemiz gerektiğini söyledi. Bana çok negatif gözüken bir Uzak Doğulu kadın memur denk geldi. Ama aksine çok iyi davranmıştı. Niye geldiğimi, daha önce ki ziyaretimde kaç gün kaldığımı, bu sefer nerelere gideceğimi ve ne iş yaptığımı sordu. Bu arada ya ben kameramanım diyemedim yada kadın anlamadı. Onu tam olarak anlayamadık. Pasaport kontrolünü çok güzel bir şekilde atlatmıştık. Sıra geldi valizlerimizi almaya. Uzun bir beklemeden çıktığımız için valizlerimiz çoktan bagaj bantlarında dönüyordu tabi. Hemen aldık. Ardından Gümrük Polisine Gümrük Beyan Formunu vermemiz gerektiğini biliyorduk. Polisler bizi diğer kalabalık sıralardan oldukça ayrı bir sıraya soktu ve Gökhan'ında dediği gibi küçük valizlerimiz bu sefer işe yaramış olacaktı ki, bizi modern ve kompakt gören Polislerin kontrolünden çabucak geçiverdik. Çıkışa doğru yaklaştığımızda ilk Los Angeles fotoğraflarımızı çekildik ve Gökhan Information’a şehir merkezine gitmemiz için, daha gelmeden internet üzerinden rezervasyon yaptığımız transfer Super Shuttle’ın standına nasıl gideceğimizi sordu .Kadın çok yardımsever bir şekilde; “Standın olmadığını havalimanından çıktığımızda sağda tabelasını görebileceğimizi” söylemişti. Supershuttle’ı bulup rezervasyonlarımızı Starbucks'tan aldığı kahveyi içen bir abiye -klasik- vermiştik. Bize beklememiz gerektiğini aracımızın yolda olduğunu söylemişti. Bu arada hava çok soğuktu. Uzun bir süre bekledikten sonra aracımız geldi. “Hollywood yolcusu kalmasın!”.
Aracımızın tıklım tıklım olmasını bekliyordum ki bütün terminalleri dolaşmamıza rağmen çok fazla dolmadı. Artık havalimanın dışındaydık. Rush hour ( Trafiğin en kalabalık olduğu zamanmış ) ile hemen tanışmıştık. Bu arada otele gitmek için taksiyi seçmememiz akıllıca bir iş olmuştu. Çünkü trafikte neredeyse saatler harcamıştık ve bu bizim için oldukça fazla bir taksi ücreti demek olucaktı. Shuttle ile olmadık bir çok yere yolcu bıraktık. Yaşlı bir kadını da klasik Amerikan banliyo evlerinin olduğu bir sokağa bıraktık ki, etraf aynı film gibiydi. Şöförümüzde kindle fire ( ABD'de Amazon.Com'un piyasaya sürdüğü tablet bilgisayarlar ) ve açınca, sokakların sonuna kadar yanan led bir fener vardı. Ev numaralarını karanlıkta o fener ile buluyordu. Sıra bizim lokasyonumuza geldiğinde önce yanlışlıkla Hollywood Hotel'in önünde durdu. Yanlış oteldeydik. Şöförümüzde o otelin bizim otelimizin olmadığını hemen anladı. Sonunda Trylon Hotel’i, otelimizi bulmuştuk. Şöförümüze bahşişini verip, otelimize girişimizi yaptık. Resepsiyonda ki beyfendi parayı peşin aldı. Odamızdaydık. Odamız sandığımızdan çok daha iyiydi. Hemen kendimizi dışarı attık. Önce Hollywood Walk Of Fame’i keşfetmeye çalıştık. Ama çok pis ve her yerde evsizler olduğundan hayrete düşmüştük. Kodak Theater’i, ve hemen yanında ki alışveriş merkezini bulmuştuk.
Holywood bulvarını keşfetmiştik. Ardından bir MC Donalds'a akşam yemeği için girmiştik. Gecenin sonunda her Amerika seyahatimde ilk önce içtiğim Starbucks beyaz çikolatalı mocha’mı alırken Gökhan’ı bir şey içme konusunda ikna edememiştim. Odamızdaydık. Uyumalıydık artık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder