Translate

16 Temmuz 2014 Çarşamba

6. Gün - Honolulu - Hawaii ( 2013 )







Kasım 2013 Cumartesi


Sabah’ın erken saatlerinde bütün ada halkı gibi Waikiki Beach’te yürüyüşteydik. Güneş doğmadan hemen önce kumsala bir göz atıp, kahvaltı için ABC Stores’tan filtre kahve, ananas suyu ve böğürtlenli bir bagel aldık. Güneşin doğmaya başladığını, daha Güneşi görmeden binaların üstünde ki renkten anladığımız Waikiki’de kumsal da ki taş masa ve sandalyelerin üzerinde kahvaltı yapmaya başladık. 

Yanımızda ki evsizlere aldırmadan - onlarda bize aldırmıyordu zaten - fotoğraflar çekip kahvaltımızı tamamladık. Sıra Diamon Head’a doğru yol almaktaydı. Waikiki’den yavaş yavaş tepeye doğru yürümeye başladık. O kadar keyifli bir yoldu ki. Palmiyeler, papağanlar, Güneş, tam bir şeye benzetemediğimiz o pelikan vari kuşlar… 



Bir süre sonra tam olarak Diamon Head’a gitmek için doğru yolda olmadığımızı anladık. Hemen haritaya bakıp doğru yola doğru dönmeyi başardık. Ben bu arada bir marketten dondurma aldım.Diamond Head tabelasını gördüğümüzde benim içim rahatlamıştı.







Bu kaygılanma sadece zamanımızın kısıtlı oluşundan kaynaklananıyordu ama. Yoksa yolu günlerce bulamasak ta oralarda kalsak diye geçiriyorduk içimizden. Yolda yerel bir pazara denk geldik.



Benim yurt dışı seyahatlerinde en sevdiğim durumlardan biri bu durum. Çünkü o kültürü ve insanlarını tanıyabileceğin yegane yerlerden biri de yerel pazarlar. Gökhan bizim için; Macademia Balı ve Muz satın aldı.




Bal; macademia fındığının gerçek tadını anlamamızı sağlayacak kadar lezzetliydi ama muza inanamassınız. Küçücük küçücük muzları ısırdığınızda yutamıyorsunuz. Bildiğiniz ağzınız yapış yapış oluyor. Pazar da biraz daha oyalandıktan sonra Diamond Head'a doğru tırmanmaya devam ederken adada çok fazla Mustang araba olması dikkatimizi çekmişti. 




Sırasıyla Diamond Head tabelasını gördük önce, önünde fotoğraf çekildik sonra bir tünelden geçtik ve artık o meşhur sönmüş yanardağın girişine ulaşmayı başarmıştık. Yolun asıl oradan sonra başladığını öğrenmemiz de girişe varışımızla aynı anda oldu. Bir dolarlık giriş biletlerimizi alarak - bu arada otomobil ile gidince daha pahalı - zirveye doğru tırmanmaya başladık. 



Değişik ülkeden insan mı ararsın, sabah sporunu dik yamaçta yapmak isteyen mi herkes orda.


Fotoğraf ve videolar çekerek, oldukça fazla yorularak, yeri geldiğinde duraklayarak Waikiki’yi ve neredeyse tüm adayı yukarıdan görme fırsatına sahip olduk. 



Tepede, bir taşın üstünde biraz sessizliği dinlemeye çalıştık sonra. Bende o arayı fırsat bilip seyahat listemde kalan gitmemiz gereken yerlere baktım. Tahmin edeceğiniz gibi iniş daha kolaydı.Girişte büyük dalları gölge yapmış bir ağacın altında ki banka oturduk. Kalan macademia balını yedik.



Fotoğraf ve videolara devam ederken Japon bir çifte bizim Girişte ki Diamond Head tabelasında fotoğraflarımızı çekmeleri için makinamızı verdik. 





Waikiki den buraya kadar geldiğimiz yolun çok keyifli olduğunu yazmama gerek yok zaten ama dönüşte vakit kazanmak için yürümeden, otobüse binmemiz gerekliydi. Dönüş yoluna geçtiğimizde taksilerin dolmuş yapıp waikikiye yolcu götürdüğünü gördük. Onlara aldırmadan yolumuza devam edip ilk otobüs durağında bizim işimize yarayan otobüsü bulup, bindik. Yönümüz Aloha Tower tarafıydı. Önce Aloha Tower ı ve çevresinde ki Marketplace’i dolaşıp ardında Ala Moana Beach'i görüp, geri dönüp Waikiki de okyanusa girecektik.




Ama planı biraz değiştirdik. Ala Moana'ya giderken indiğimiz otobüs durağında gördüğümüz Less for Dress ile başladı değişiklik. Alışverişe kaptırdık kendimizi. Aloha Tower'a doğru yürümeye başladığımızda iyice acıkmıştık. Marketplace’de gezerken daha önceden bilmediğimiz bir Hooters'a rastladık. 



Soğuk bir kola ve biraz tavuk kanadı sipariş ettik. Gökhan da tavuk kanadı sipariş ettiyse de kola söylemedi. Yemeklerimiz geldi. Hava zaten sıcaktı ki nuggetlar daha da sıcak hissetmememize sebep oldu. Tavuklarımız oldukça lezzetliydi gerçi.

Dolaşmamız kaldığı yerden devam ediyordu. Starbucks bulup bir kahve alırız düşüncesiyle Lost'ta Oxford olarak kullanılan Saint Andrews Cathedral’a doğru yürüyorduk. Gördüğümüz Starbucks'ların hepsi anlayamadığımız bir sebeple kapalıydı. Saint Andrews Cathedral’ı bulduk. Gökhan'dan beni video çekmesini istedim ve aslında buranın Oxford olmadığını anlatan bir şeyler söyledim videoda. 










Yeniden otobüse binip Waikiki'ye doğru dönerken ben haritadan Ala Moana Beach'in yakınlarında olduğumuzu farkettim ve Gökhan'a burada inmemizi en azından aradan burayı çıkartabileceğimizi söyledim. Gökhan da onayladı ve Ala Moana Beach'e doğru yürümeye başladık. Birde sonunda bir Starbucks bulmuştuk. 

Soyunma kabini bulamadığımızdan mayolarımızı tuvalette giymeye karar verdik. Açıkcası çok kolay olmasada kumlardaydık. Ve hemen ardından ilk okyanus deneyimimiz. Hayalin gerçek olması böyle bir şeydi işte. Deli gibi fotoğraf çekilmeye başlamıştık. Palmiyeler, güneş, kumsal, okyanus, sörf...
Ve biraz sonra Güneş batmaya başlıyacaktı ki Dünya da ki gün batımının izlendiği en meşhur yerlerden biri de Hawaii. Fotoğraf çekilmeye devam edip güneşi okyanusun üstünde batırdık. 







Yeniden doğmuş bir şekilde geri dönmek üzere yürümeye başladık. Yürürken “Ala Wai Canal” köprüsünden geçip “Taste Tea” kafeden şekerli sütlü çay ve cheescake alıp biraz soluklandık.







Gökhan'ın kasiyer ile yeni 100 dolar muhabbeti oldu. Kasiyere birisi yeni bir 100 dolar vermiş. Kasiyerde ilk defa yeni 100 doların nasıl bir şey olduğunu görmüştü. Ben bir süre sonra sütlü çayımı elime aldım ve yürümeye devam ettik. Yavaş yavaş Waikiki'ye giriş yaptığımızı etrafın hareketlenmeye başlamasından anladık. Hard Rock Cafe Honolulu'yu gece görme şansını yakaladık. Bu arada sokaklarda meşaleler yanıyordu. Çıtır çıtır alev seslerinin büyüleciliği her yerdeydi. 




Yine Sbarro'dan akşam yemeğimizi yemeyi düşünürken, Gökhan tam Hawaii'de olduğunuzu hissettiren bir pub görmüştü Hemen keşif için mekana yaklaştığımızda akşam ki planımızda netleşmiş oldu. Waikiki'de yürümeye devam ederek, yazdığım gibi Sbarro'da akşam yemeklerimizi yedik. Hostel'e dönerken Gökhan ile, atıştırmalık bir şeyler almak için ABC Store'lardan birine girdik. Hostel odamıza döndüğümüzde çok vakit kaybetmeden gece için hazırlanmaya başladık.Oda arkadaşlarımız oda’ya girdiklerinde biz de tam çıkmak üzereydik. Selamlaştık ve Waikike’den yavaş yavaş Gökhan’ın keşfettiği pub'a doğru yürüyüşe geçtik. 



Pub'dan çıkıp, Waikiki'den hostelimize doğru yürürken evsizlerin hızlı yürümemize gülüp " Take it easy" demesine içimizden gülsekte hiç aldırış etmiyormuş gibi yaparak Hostele geldik. Cennette yeni bir güne daha uyanmak için gözlerimizi sabaha karşı kapamıştık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder